EYLÜL

İllüstrasyon: Demet Özge Aykan

Saatler 12’yi vurduğunda prenses, külkedisine; arabası, balkabağına dönüştü. Sanki onu görmüştü. Turuncu turuncu gülümsüyordu. Kadına doğru geliyordu. Kadınsa biraz ürkekti ve telaşlı… Adamı büyük sevebileceğini düşünüp ürktü. Ama görmüştü işte onu -er veya geç görmüştü.- Olabildiğince hızlı, geçmişten geliyordu. Beyoğlu’nu kıskandıracak bir havası vardı artık kadının. Gördü, sevdi.

“Seni mi gördüm? Çözüldüm geçmiş gibi. Bi karanfil açmış gibi yakamda…”

En büyük kavgalarının kendileriyle değil de aslında hayatla olduğunu anlayamadılar. Adam söyledi, kadın söyledi. Sanki bir Fransız filminin başrolleri ellerindeydi. Kadın kırmızı montu ve siyah ipek eldivenleriyle antika vazoyu sinirli adama fırlattı. Orada sadece ikisi vardı. Adam durdu. An durdu.

“Kavgadan kaçmayacak kadar akılsızım.”

Adam vazodan kaçmadı, işte bu yüzden seçtikleri aşk filmi Fransızlarındı. Vazo düştü yere, sarıldılar… Adam hayatı boyunca sadece kendinden kaçtığının aslında farkındaydı. Kırmızı kalemin ucunu tükürükleyip kendine ruj yaptı kadın. Kulaklarına kiraz taktı, saçlarına papatyadan taç. Her şey hazır; Küçük Hanım’ın kusursuz maskesi… Aşk yeni bir şey değildi. Aşk böyle bir şey değildi. Bu aşk değildi.

“Aşk nedir, söyle kayboldum. belki bir düşte unutulmak: Her sabah bir dev masalında uyanınca hep çocuk kalmak, kurtulmak…”

Maske kusursuz değildi çünkü kadın ufacık bir detayı unutmuştu; gözlerini. Onlarla görmüştü hani adamı? Hani onlardı adamı turuncu yapan? Ne de çabuk unuttun…

– Ama ben senin yüzünü tahmin edemiyorum neden?

-Yüzüme bakmıyosun ondandır…

Birden “radyo tiyatrosu”nu hatırladı kadın. Adamla beraber gitmişlerdi dinlemeye, bilet almadan. Hatırladı kadın… Ninni niyetine dinlemişti her gece radyolarını, buluttan yastığına sarılarak… Birden “Sevmek Zamanı”nı hatırladı adam. Kadınla beraber gitmişlerdi izlemeye, bilet almadan. Hatırladı adam… Tekrar tekrar izlemişti her gece öykülerini yıldızlara tutunarak:

– Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun?

Resminle… İlk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. İnanamadım… İkinci kez zorlukla baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde. Nihayet değişmezi bulmuştum. Resmin benim içime bakıyordu. Benim kendimi görüyordu… Bana hep dostlukla, iyilikle, sevgiyle baktı.

-Benim bakışlarımda da sevgi var. Ben de senin kendini görüyorum. Resmimin yerine ben seveceğim seni. Artık ben varım.

Kadın bir yerlerden tanıyor gibiydi adamı… Adamsa hep yalnız… Hayali bir yalnızlıktı yaşadığı. Hayaline bir isim taktı ve hayal konuştu. Söylediği tek bir cümle vardı:

“Sana benzer.”

Adam o hayali dinleseydi… Keşke adam sadece o hayalin sesini duysaydı. Her şeyini kadına benzetmeye, her şeyde kadını görmeye devam etseydi… Azcık dayansaydı. Ama uğultular kapladı kulaklarını, ısırdılar. Adama uğultulardan kulak yaptılar. Ve sonra adam hayal dışında her şeyi duydu. Uğultular adamı sevgide bırakmadı, adam yanıldı. Kadının kırmızı kalemden yaptığı ruju silindi, küpelerindeki kirazlar çürüdü, dağıldı papatyadan tacı… Herkes sus-pus oldu. Durdu dünya, ölüm sessizliğiyle doldu.

“Bir mısra gibi ağzınız.”

Adam kapıları kapattı yaralarıyla birlikte, kadın da kara kaplı defterini… Oysa adam kapının deliğinden bakıyordu, kadınsa defterin kabına yazıyordu hala…

Ve son…

Hayır hayır. Böyle basit bir şey değil, bitmeyen bir son yazdılar kendilerine, ikisi de bir çini kalemini tutup. Çünkü biri siyahtı, biri beyaz. Çünkü sarılmak üzere yaratılmışlardı. Siyah ve beyaz, sarılmadan duramazdı. Beyaz olan “son” kelimesini silmekle yükümlüydü, siyah olan da güzel bir dünya çizmekle…

Eylül, kuyruğu olmayan bir yıldızdı. Hiç kaymadı, kaybolmadı. Kimsenin ölümüne neden olmadı. Tutulu bir dilek olarak duruyor ellerimin içindeki gökyüzümde.

Kadın şimdi 12’yi bekliyor. Ve Eylül’ü… Hep o bilinen gece yarısı masallarına inat bu sefer öğlen 12’de ikisini birden ipek çantasına koyup gidecek adamla ilk kez oturdukları limon bahçesine… Kırılacak avuçlarında sakladığı zaman, tekrar çevrilecek gözleri kitaba; hani şu sayfaları kaybolan… Bir külkedisine dönüşmeyecek hiçbir zaman..

Yazı ve İllüstrasyon: Demet Özge Aykan

İllüstrasyon: Demet Özge Aykan

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın