Metropolün Aşıkları

Biz bir odaya girip bir şeyler kaydediyoruz veya konser veriyoruz, bu iki önemli iletişim biçimiyle tek tek insanları değiştirip sonuçta dünyayı değiştirmek istiyoruz.

Draje: Yolculuk nasıl başladı?

Ömer: Cem ile ben Küçükyalı’da çalmaya başladık. Bir yandan çalışıp boş zamanlarımızı da projemize ayırıyorduk. Ardından alt komşumuzun da biraz zoruyla rahatça müzik yapabileceğimiz bir yere taşınma ihtiyacı duyduk (gülüşmeler). Ardından her şeyin asıl başlangıcı olan Kınalıada’nın tepesinde en yakın komşusuna 20 – 30 metre uzaklıkta olan şimdiki evimize taşındık. Bu ev grubun gelişiminde belirleyici oldu.

Burak: Bundan sonra grubumuzun elemanları eklemlenmeye başladı.

Ömer: Ayrıca bu yeni evimiz bizim müziğimizi bir başka boyuta taşıdı. Çünkü burada müzik bizim hayatımızın yemek yemek, uyumak gibi bir parçası oldu. Sabah kalkıyorsun kahvaltı yapıyorsun, gidiyorsun birşeyler çalıyorsun. Bir buçuk senedir adadaki stüdyomuzda besteler üzerinde gece gündüz çalışma fırsatımız oldu. Âşık bu bir buçuk senenin ürünü.

Draje: “Âşık” ne alaka?

Ömer: Bizim uzun bir isim listemiz vardı aslında. Yaklaşık bir sene isim üzerine kafa yorduk. Ve bir anda da bu ismi seçtik. ÂŞIK birden çok anlama gelen bir kelime. Tavrımızı yansıtan bir kimyası var. Âşık âşktan gelir ve bütün varoluşun sebebi âşktır. Ayrıca aşığın gözü kördür ve sadece vuslatına koşar. Bir başka manası da Anadolu kültüründeki aşık figürüdür ve halk müziğini yaratmıştır. İstanbul’u da bir köy olarak düşünürsek biz bu köyün âşıklarından biriyiz. Aşığın köyündeki olaylardan etkilenerek türkülerini yaktığı gibi biz de metropolün sokaklarında gezerek, içinde yaşayarak ve onun enerjisinden yararlanarak yapıyoruz müziklerimizi.

Cem Kurt

Cem: Aşık geleneğindeki doğaçlama tavrı da bizimle ilişkili. Caz müziğinde de geçerli olan bir tavır bu. Tamamen doğaçlama yaratılmış parçalarımız olduğu gibi, çaldığımız bazı bestelerin belli bölümleri de doğaçlamadır. Bunun yanında Neşet Ertaş’ın bir türküsünü (Ahirim Sensin) repertuarımıza aldık. Bu türküyü de caza özgü bir doğaçlama tavrıyla yeniden düzenledik. İsmimizin öncelikle tasavvufi aşktan gelen anlamı akla gelmelidir.

Draje: Saykodelik blues yaparak halk ozanlarının rahatça ulaşabildiği kitlelerden kabul göreceğinizi düşünüyor musunuz?

Ömer: “Saykodelik pank-caz” diyelim ona. Aslında yaptığımız müziği kategorize etmek özellikle kaçındığımız bir şey, ama sorulduğunda bir şey söylemek gerekiyor. Halk ozanları dertlerini ait olduğu kültürün (yani yerel kültürünün) müzikal dili ile anlatır. Biz de, ait olduğumuz, içine doğduğumuz kültür olan metropol kültürünün müzikal dilini kullanıyoruz. Caz ve rock metropolün malıdır.

Cem: Müziğimizin şu aşamada geniş kitlelerce kabul görüp görmediğini veya görmeyeceğini bilemiyoruz ancak görmese bile bu özellikle hoşumuza gidecek bir durum olur çünkü ortaya çıkan yeni bir müzik. Bazı dinleyicilerimizin de bize şaşırarak bakmasının sebebi bu olsa gerek. Kimin dinleyeceğini umursayarak müzik yapmıyoruz.

Elif: Âşk herhangi bir seviyedeki (bu zekâ da olabilir ekonomik de olabilir) insanın hissedebileceği bir duygu ve içinde kendini bulabileceği bir olaydır. Ve en uç noktada yaşanan duygudur. Grubun müziğinin özellikleri de bunlarla örtüşüyor. Fakat şunu da belirtmek gerekiyor biz müziğimizin tarzını şu ve ya bu olsun diye oluşturmuyoruz. Biz kendi müziğimizi yaptığımızda o da kendi tarzını kendi belirliyor.

Draje: Sizce âşk saykodelik bir şey mi?

Ömer: Belki öyledir belki de değildir bunu bilebileceğimi sanmıyorum. Ama âşk deyince sadece bir erkek ve bir kadın arasındaki âşkı anlamamak gerekir bence. Burak: Yaşanış durumlarına göre psikopat, saykodelik veya mülayim de olabilir hatta tasavvufi de olabilir.

Draje: Grup üyelerinin müzikal geçmişlerinden bahseder misiniz?

Ömer: Marmara Üniversitesi Müzik Öğretmenliği bölümünü bitirdim. Okulda çello ve biraz piyano çalıştım. Öğrendiklerimin çoğunu okuldan ziyade bahçede çay içip sohbet ederken öğrendim. Üç sene öğretmenlik yaptım, bu zaman zarfında çocuklardan çok şey öğrendim. Başta Luxus olmak üzere çeşitli gruplara bas çaldım. Kafamda hep bestecilik vardı. 2000’lerin başından itibaren şarkı yazmaya başladım. “Âşık”la bu şarkıları çalıştık.

Cem: Müzikle ilgili bir okuldan mezun olmadım. Müzikle ilgili yegâne eğitimim müzik dinlemektir fakat gerçekten dinlemekten bahsediyorum ve oturup onu kurcalamaktır. Müziğe on beş yaşımda gitar çalarak başladım. Çok fazla grupla da çalışmadım esasında. Ömer’le tanışmamıza vesile olan, birlikte çaldığımız FX grubuydu. O dönemden önce müziği daha çok kendi kendime yaptım. Bu dönem müzikal gelişimimde önemli bir yer tutar.

Elif: Ömer’le okul arkadaşıydık ve önce ayrı ayrı projelerimiz vardı sonra belki bu projelerimizi beraber gerçekleştirebiliriz dedik. Ben ona vokal yapmaya karar verdim fakat şu anda iş vokalden daha farklı bir noktaya geldi. Şu anda beraber yaptığımız müzik benim de tamamen kabul ettiğim ve kendimi içinde hissettiğim bir konuma geldi. Öte yandan okulu ben de çok önemsemiyorum, sosyal yaşamda edindiklerimin eğitimimdeki payı daha çoktur.

Burak: Ömer’le ben Luxus’ta beraber çalıyorduk. “Underground” sayılabilecek gruplarla çaldım, Siyasiyabend olsun Kara Güneş olsun… Mümkün olduğunca müzik endüstrisinin dışında işler yapmaya çalıştım ama çeşitli bar gruplarıyla da çaldım. Yani çift yönlü bir maceram oldu. Saydam, Marsis, Geist im Glas adlı gruplarla çalıştım. Halen Luxus’ta çalıyorum.

Draje: Sahneyi önemsediğinizi biliyoruz ve sizin için yeri nedir?

Cem: Şu anda albüm kayıtlarına başladık. Fakat kanal kayıtlar sahnenin aksine bir arada ve aynı anda çalarak yapılmadığından duygudan uzaklaşıp yapaylaşıyor. Sahnede yapılan ise o anın müziğidir ve işin özüdür.

Ömer: Her şey sahnedir, hatta sahne müziğin olması gereken tek yerdir. Çünkü kayıt bir geçmiş anı yansıtır ama sahnede bir etkileşim söz konusu olur. Müziği yaparken karşındaki insanla etkileşebilirsen bu iki yanda da güzelliği ortaya çıkarır. Müziğin amacı dinleyiciye güzelliği bulmak için yol göstermektir.

Elif: Bizim şarkıları icra edişimiz, şarkının içinde var olup onun içinde yaşamamızdır. Eğer kafan dâhil her yerin suyun içindeyse suyun içinde olduğunu anlamazsın, sahnede yaşanan budur. Ben şarkıların sözlerini yazmamama rağmen kendimi onların içinde hissediyorum. Zaten sahnede seyirciyle karşılıklı duyguları paylaşmanın tek yolu da bu kendini ait hissetmeyle mümkün oluyor. Sahne performansı her seferinde aynı duygunun yeniden yaşanması ve ilk defaymış gibi hissedilmesi durumudur. Draje: Meramınızı anlatmakta eksik kalan bir konu var mı? Burak: Kendi adıma özetlemem gerekirse müzik bizim mesleğimiz değil, yaşam biçimimiz ve onu mümkün olduğunca satmadan paylaşmak istiyoruz.

Ömer: Özet olarak biz bir odaya girip bir şeyler kaydediyoruz veya konser veriyoruz, bu iki önemli iletişim biçimiyle tek tek insanları değiştirip sonuçta dünyayı değiştirmek istiyoruz. Ve gerçekten yapmayı bildiğimiz tek şey de bu.

Draje: Bize üç tane kitap tavsiye eder misiniz?

Aşık: Beyaz Zenciler – Ingvar Ambjornsen, Tutunamayanlar – Oğuz Atay, Mülksüzler – Ursula K. LeGuin, Yanılsamalar Kitabı – Paul Auster, Mesnevi, Meydan Larousse vb.

www.myspace.com/asikthebando

Söyleşi: Erdinç Yücel Birkan Can Evirgen

Fotoğraflar: Gülden KunterEmre EfendiErdinç Yücel

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın