AH BE BİR TANEM, SAHİ NEDEN DÖNMEDİN?

Pırıl pırıl bir güneş vardı bugün. Açık mavide sarı pırıltılar asılıydı. Koskoca gökyüzünü ciğerlerine doldurur gibi solurdun ya böyle havalarda; işte o kadar güzeldi gün. Seni hatırlattı güzelliği. Beni bilirsin aslında bahar geldi diye kendini kelebek zanneden, sezonudur diyip aşk şarkıları söyleyenlerden olmadım hiçbir zaman. Sen de değildin ya onlardan o yüzden sevdim seni. Kalıplardan çıkarmıştık mutluluğu, o yüzden sevdim. Duygu sömürüsü yüklü şarkılar dinlemedik o yüzden sevdim. Maskeler takmadık, gerçeklere kapamadık gözlerimizi aşığız diye o yüzden, doğallığı giyinip çıktık birbirimizin karşısına o yüzden, çok yakışırdı gamzelerin o yüzden sevdim… Güzeldi, ruhuma ve hayatıma kattığı güzelliği taşırım hâlâ… Tek anı ağırlık yarattı ruhumda…

Tek bir ana sığacak tek bir anı sarstı temelimden… Girdap gibi… Dibe vurmak denir ya aşkım, ben gördüm acının dibinin ne kadar derinde olabileceğini. O derinliğin içinde, mermer kadar soğuk, boşluk kadar siyahtı asfalt. Gecenin karanlığı ve asfaltın kapkara yüzünde uzayıp gidiyordu kesik kesik beyaz çizgiler… Upuzun boylarıyla yolun iki yanında dizilmiş, başlarını üzerimize eğmiş hiçbir lamba aydınlatamadı o geceyi…

Yıldız patlamaları acıyla parlıyordu geceye açılmış yeşim gözlerinde. Göz bebeklerine kıpkırmızı nehirler akıyordu; kan çanağına dönmüştü o yeşimler. Yığılan bedeninin yanında yola çökmüş benimle kalman için yalvarıyordum. Kızıl bir gölün ortasında, kanlar içindeki başın kucağımda, ellerin sımsıkı avuçlarımda… Sen sarsıldıkça acıdan ben bağırıyordum “kal!” diye. Titredikçe basamak basamak çıkıyordun kat kat yükselen göğe. “benimle kal” dedikçe ağladın; acı doğuyordu gözlerinden, yanaklarından süzülüyordu ince ince. Benim yaşlarım ne kadar gür çağlıyorsa seninkiler o kadar zayıflıyor ölüyordu. Acımasızlık akıyordu bedeninden oluk oluk, kıpkırmızı örtüyordu yolları, ruhumu… “Çabuk olun” diye bağırıyordum bomboş yollara bakarak. Sen giderken yavaş yavaş, gelen yoktu yollarda. Hüznün nemini taşıyan ağır havaya hırıltılar karışıyordu boğazından. “aşkım” diye döküldü son kuvvetin dudaklarından, göğsün göğe doğru kabardı; son kez kokumu doldurdun benliğine… yapabildiğin kadar… sonrası… Bakışların takılı kaldı gözlerime, bir elin ellerimde diğer elinde kana bulanmış saçlarım. Hiç durmadan bağırdım yaralı başını okşayarak. Elini bırakmıyordum, sanki gitmemişsin, bıraksam gidiverecekmişsin gibi… Rahatsız olmuş gibi homurdandı dünya; birbiri ardına damlalar düşmeye başladı karanlığın içinden… Asfaltı yıkıyordu yağmur siler gibi yaşanan her şeyi. Kıpkırmızı akıp gitti bir parçam yol boyunca…

Hiç duymamışım sirenleri. Fark etmemişim gelenleri, giden kollarımdayken.

Zorla kopardılar seni benden, bakışlarını, ellerini, hepsini, hepsini çekip aldılar. Durmalarını söyledim defalarca, “bırakın” diyordum, “ellerini bırakın, ellerini tutmalıyım”, “uyanınca beni görmeli yanında…”, “siz tanımazsınız onu” diyordum “uyanacak”, “beni bırakıp gitmez ki o…”

Kendimi koskoca evrende yapayalnız hissettiğim an anladım dönmeyeceğini.

AH BE BİRTANEM SAHİ, NEDEN DÖNMEDİN?


Geri kalan her şeyi anlatmaya o gecenin tasviri yeter. Uzayıp giden o kesik kesik çizgiler ve çaresizliği aydınlatamayan sokak lambaları… Çaresizlik kaldı elimde avucumda.

Ellerin olmadan ellerim… O yoklukla yaşamayı da öğreniyorsun zamanla. Tek bir şey vardı ki; yaşayamamıştık birbirimizi daha; gözlerin açık gittin ya aşkım… Rüyalarımda bile göremiyorum seni, bakışların kilitli hâlâ gözlerimde, sen kapatamamıştın, ben de kapatamıyorum gözlerimi aşkım…

Aşağıdaki kelimelerin size çağrıştırdığı şeyi birer cümleyle açıklayınız: 1) Jartiyer 2) kulak temizleme çubuğu 3) Safra Kesesi 4) Terliksi Hayvan 
Gökhan (tanımazsınız): 1) sex 2) duş 3) çiş 4) biyoloji Ece Naz: 1) şuh ve Eray 2) tombalak annem 3) yumurta 4) Emoş

Yazı: Ece Naz İlkin

İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın