O Yaz

Sokağın başından sonuna kadar, limon çiçeği kokusu… Atabey Apartmanı’nın sakinlerinden Fikriye Teyzenin balkonundaki güzelim çiçeklerinden yayılmakta mahalleye… Seksenine merdiven dayarken indiği merdivenleri ardı sıra izleyen ablanın güzel balkonundan salınması… Öyle güzeldi ki, o yaz misket oynayan çocukların şen kahkahaları, geride bırakılası zamanlar değildi bu yaz ayları… Köşe başındaki kunduracı Cemal ağabeyin örse çekiç vurur gibi çıkan nameleri, orkestral bir düzende ilerlerdi ayakkabıların köşebentlerinde… Havasından geçilmezdi etek boyları diz kapak seviyesinde olan güzelliğinden geçilmeyen Hülya’nın… Hülyasının derinliğinde kaybolmaya yüz tutan mahalle efesi Kemal’in sarhoşluk nağmeleri, sabahın ilk ezanını okuyan imam efendinin sesine eşlik ederdi… Çok dertliydi bizim mahalle, kapı önlerinde kurulan rakı sofraları görürdüm kimi zaman… Memleket meseleleri, mahalle kasabı Hilmi amcanın dilinden düşmezdi… Dondurma yemeye çıkan aile eşraflarının çocuklarını hatırlıyorum… Annesinin eteğinden çekiştirip, “anne bana dondurma

değil, meyveli gazoz al” deyip, suratına tokat yiyen çocuklar da vardı… Altılık takımlardan on iki kişinin, iki kale arasında top için deli gibi koştuğu görülürdü… Kalede Kaplan Kemal, defansta Sırık Arif, forvette Füze Cemal… Topların camları tarumar ettiği, sokak arası futbol karşılaşmalarına ben uzaktan katılır, hayata çektiğim ofsayt bayrağını, bu sefer yan çizgiden gol atmaya çalışan çocuklara gösterirdim… Ben gol atamıyorsam, kimse gol atmayacaktı mahallemde… Efelenip de, ağız burun daldığım mahalle kavgalarından, kafa göz yarıldığında, ağlayarak anne eteklerine yapışırdım. Ve en kötü anlarımda, can dostum Mehmet’i, tanrının gönderdiği melek sanırdım… Kolay değildi arkadaş olmak ve o yaz çok sıcaktı.. Tembel çocukların oto tamircilerinde çürüttüğü dizlerden bahsedilirdi… Lotoda on üç tutturmak için, mahalle kahvesindeki koca adamlar yollarımızı gözlerdi… Tam bir savaştı o karneyi eve sokmak ve babamın kan ter içinde kendisini eve atışı… Sabahın sekizinde üç kişi çıkardık evden, eve en erken ben gelirdim… Çünkü işsizdim ve boyum bir altmışın altında olduğu için iş olanağım pek azdı… Çalışma deneyimim olmadı değil ama, mesela kahvehanede bir günde on üç bardak kırmıştım ve bu bir rekordu… Haftalığım on liraydı, kırdığım bardaklar on üç lira, üç lira içerdeydim, onu da iki tokatla ödedim… Hafta sonları kaçtığımız denizleri saymazsak, hayatımızda o yaz için daha güzel bir aksiyon yoktu… Sıcaktan boğulmaktansa, Marmara’nın yosun maviliğinde boğulmak daha eğlenceliydi… Biz o yaz çok büyümüştük ve aşk kapımızı, mahalle kızlarına açmaktaydı… Ben Elif’e aşıktım, Mehmet Meltem’e… Karmaşık şeydi bu sevda ve biz de bir hayli acemiydik doğrusu… Anneden-babadan zorla aldığım bir kaç lirayla deniz kenarından simit yediremezdim Elif’e. O yüzden bu aşk yaz boyu ancak platonik kalır, ardından ıslık çalardım… O kadar güzel bakardı ki, o yaz gözlerinin içinden çıkmak istemezdim…

Her şey güzeldi o yaz… Baloncu amcalar mahalleden geçerlerdi. Elma şekerleri vardı bakkalların ve insanlar hala gülüyorlardı… Bundan yirmi yıl önceydi bu yaz, bundan tam yirmi yıl sonra, ben büyüdüğümde dünyam da, yazlarım gibi değişmekteydi… Şimdilerde mahallede kimse kız kaçırmıyor ve hiç bir sokakta mahalle maçları yapılmıyor… Camcılar yaramaz çocuklara kampanyalar düzenlese de, mahalledeki çocuklar evinden çıkmamaya kararlı… Ben mi kalıyorum geriye anlatılmayan? Yirmi yıl fazlası dışında, her şeyim aynı… Cebimde bir sapan, kıracak cam arıyorum… Bir futbol topu görsem, şöyle bir vurup cam kırasım var… Yok mu benim kadar yaramaz bir oğlan, bu yazı bütün afacanlığıyla yaşayacak olan?

Ahmet, Emrah’ın sabah sabah 3 saat eksik uyumasına sebep olmuş ve böylece Emrah’ın bir maymuna dönüşmesine ramak kalmıştır. tam bu sırada iş yerinde çalışmak bilmeyen klima, Emrah’ı iyice zıvanadan çıkartır ve Emrah, Antalya’ya tatile yolladığı ruhunun yanı sıra, şu an çalışan bedeninin yandığını iddia etmektedir. Aynı vakitlerde Emrah’ın masasında bulunan alakasız nesneler bandana ve kül tablası da, tatile ne kadar hasret olduğunu kanıtlayan diğer faktörlerdir…

Yazı: Emrah Sarıgöl

İllüstrasyon: Erdinç Yücel

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın