TATLILAR VE BEN

İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen

21. yüzyıl toplumlarının ortak özelliği olan bireysellik, emeklilik programlarında bile boy gösterir hale gelince kimin eli kimin cebinde gibi güzel deyimlerimizi baş aşağı eden benim elim benim cebimde mantığı doldurmakta sayfalarımızı.

Hmmh yazık! gibi serzenişler duymaktayım! Peki ne yapmalı, insanlığımızı hatırlamak, yine düşeni kaldırır hale gelmek için? Maalesef o kadar agresifleştik ki toplum olarak, düşeni tekmeler hale geldi reflekslerimiz!

İnsan farklı şeyler denemeli demeyin hemen. Bazı şeyler var ki, sahip çıkmak gerek. Ne olursa olsun, benliğimizden uzaklaşmamamız gerek. İnsan’ı sevmemiz gerek. Bir yandan da, belki de Sartre’ın dediği gibi hümanistlerdir insanlardan en çok nefret eden?

İnsani değerlerin ne kadar çok farkında olursak o kadar çok nefret besleme yüzdemiz var çevremizdeki insancıklara karşı. Varmış yani! Öyle diyor
sevgili düşünür. (Bulantı serisinin bir yerinde vardı bu detay. Pek bir bunalmıştım okurken. Ama düşürememiştim hani elimden de..)

Gündelik hayatımızda ise pek de fazla düşünmemek gerekir. Zararlı ve yorucudur nitekim!? (Bakınız ben eskiden pek bir sık yapardım. Şimdiyse
azalttım dozunu; hep detay hep detay olmuyor yani. Yüzeysellik de kolay öğrenilir iş değil. Denemelerdeyiz; ben ve birçokları desem boşa fırlatılmış
bir taş olmaz herhalde?)

Peki nasıl devamlılığı sağlanır gelişmelerin, olayların? Düşünmeden?
Nasıl sıyrılır insan bu bireysellikten, ben-den ve yine ben-den?

En savunmasız andır bu aradığım. Kişiye eblek bir gülümseme indiren, gözlere fer katandır bu örüntü. Krem şantili etimek tatlısına benzer. Çılgın bir duygu yoğunluğudur; rahat bırakmaz suyu yatağında. Bekir Coşkun’un bahsettiği yanmaz tavadır. (En Sona Acıyı Koymuşlar, 21 Eylül 2002) İnsana her şeyi herhangi bir anda, düşünmeden ve fütursuzca yaptırabilendir.

Bakalım altından ne çıkacak? kuşağımızın tarif reyonundayız yine.

Tatlının adı AŞK. (Elif Şafak’ın kitabından bahsetmiyorum. Tasavvuf’a vardırmadım daha işi!) Yiyeni ise çok. Pişirmesini bilen bilmeyen herkes
koşturmacasında bu telaşlı vesvesenin. İnsan garip bir mahluk zaten!

Çok ama çok enteresan gerçekten bu gibi hallere istekli bir bünyemiz ve üstü defalarca kazınmış künyelerimiz olması.

Hümanistliğimizden değil, vahşi doğamızdan gelir bu katkısız künye. Her boyundaki farklı fonttadır; ama aynımsıdır da bir yandan; hatta her biri kompozisyon gibi seyreder. Girer, gelişir, sonuçlanır. Hemen hemen yazılan her şarkıda, çekilen her of’ta vardır bu duygu. Empati kurdurur, kesintisiz. Çeşitleri boldur da, hikayeler benzer çoğu zaman. Yazması zaman, süresi enerji alır. Bazen de verir tabi. Mutasyondur bir nevi.

Bocalar günümüz insanı bu devinimde. Çünkü bireyselliğinin sınırları zorlanır, daralır hafiften.

Hikayesinin yazılması emek isteyen bu tatlıda, fedakarlık belirir diz boyu. Kafa çalışmadığından mıdır nedir, bunar insan.

Bu halleri fark eden cingözler de, hemen değerlendirir bu havayı. Toplum, jenerasyonlar ve benzeri gruplar daha kolay sindirilir; sessizleştirilir. Daha ne olduğunu anlayamadan da 1984ler yaşanır mahallelerde.

Hadi bağla Pınar konuyu!

21. yüzyıl insanı mı?

Hümanist.

Yazı: Pınar Karaaslan

İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen

Pınar, yaz boyu yerinde durmayı başaramayıp burdan oraya, ordan şuraya, şurdan buraya gidip durmuştur. İstanbul’da mola verdiğinde Erdinç’i aradı fakat o sıra Erdinç’in hastalanacağı tutmuştu… Burada küçük bir parantez açmamız gerekirse o parantezi hemen kapamamız da gerekeceğinden parantez filan açmamak daha iyi geliyor. Can Sartre’ın suratının çok komik olduğunu düşünmekte, Erdinç de Sartre’ı günahı kadar sevmemektedir.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın