Kanada’dan Türkiye’ye sihirli bir macera: Brenna Maccrimmon

Brenna Maccrimmon Kanada’dan buralara Türk müziği sevdası ile gelmiş ve hakkını vererek en bilinmeyen türküleri bulup çıkarmış, muhteşem sesiyle yorumlamış bir sanatçı. Hikâyesi bizlere sihirli bir masal gibi geliyor. Onun türkülere merakı okyanusu aşmasına ve buralara kadar gelip uluslararası bir müzisyen olmasına sebep oluyor. Seksenlerde üniversitede etnik müzik dersinde Türk müzisyenlerle çalışmış ve o günden bu yana özellikle Balkan müziğiyle uğraşıyor. Bunu yaparken de köy köy, kasaba kasaba Trakya’yı ve Balkanları gezmiş. Klarnetçi Selim Sesler ile Karşılama’yı kurdular ve aynı isimle bir albüm çıkardı.

Birçoğumuz için o “Türkü Bacı”… Türküleri öyle içten yorumluyor ki günümüzün birçok türkü yorumcusuna taş çıkartıyor. Kendisini Badehane’de dinledik; türkülerle şenlendik, Leonard Cohen’den  Sister’s of Mercy’yi söyleyince heyecanlandık, röportaj esnasındaki içtenliği, alçakgönüllülüğü ile büyülendik. Bütün bunların yanında söyleşi kayıtlarımızın başına bin bir türlü iş geldi ve bu güzel söyleşiyi kısaltarak yayımlamak zorunda kaldık.

Fotoğraf: Alican Erkol

Draje: Selim  Sesler ile nasıl tanıştınız?

Brenna: Çok uzun ve eski bir hikaye ama  Sıraselvilerde barlar vardı  Selim orada çalıyordu. Zen gurubu ile daha sonra Babazula oldu. Aynı zamanda Amerikalı çok iyi bir araştırmacı vardı Sonia Seeman. Özellikle roman müzikleriyle ilgileniyor ve araştırıyordu. Sonia’ya sordum hiç böyle bir klarnetçi duydun mu diye. Selim galiba dedim. “Selim mi aaa?” diyerek hemen odasına girdi. Eski bir kaset çıkardı, “Bu mu Selim?” “Evet bu“ dedim. Meğer Sonia ve Selim çok iyi arkadaşlarmış. Birkaç ay sonra albüm yaptığımda klarnet istedim. Kim olabilir dedik, ilk aklıma gelen Selim oldu.  Sonia’yı aradım. Onun yardımıyla tanıştık.

Draje: Araştırmalarınız için Türkiye’yi ve Balkanları dolaştınız, bu yolculuklarda başınıza gelen en ilginç olay neydi ?

Brenna: Balkanlarda ve özellikle balkanlardan göç eden insanlarda Türk örf ve adetlerine daha yakın oluyorlar, çok samimi insanlar, misafirperverlik onlar için çok önemli… Sanırım en iyi Türk kahvesini Üsküp pazarında içtim ikincisini de,  Bulgaristan Haskova’da içmiştim. Başka yerlerde Türk kahvesini yapmayı unutmuşlar sanki ama balkanlarda devam ediyor.

Draje: Kanada da, Türk müziği ile tanışmadan önce müzikle ilgileniyordunuz, türk müziğini keşfetmeden önce ve şimdi arasında nasıl bir değişim geçirdiniz?

Brenna:  Kolay bir cevabı yok ama böyle arkadaşlarla çalışmak çok değerli bir şey benim için. Dalga geçiyoruz biz artık Müzisyen Cumhuriyeti olduk. Yaşlı müzisyenler geleneksel müzisyenler bana teşekkür ettiler. Taa oradan geldin burada Türk müziği yapıyorsun diyerek.

Draje: Peki burada zorlukla karşılaştınız mı hiç?

Brenna: Tabii, her zaman hayat zorlukla dolu zaten. Kendi albümümü çıkarmak kolay olmadı ama dediğim gibi hayat hiçbir yerde kolay değil ki…

Fotoğraf: Alican Erkol

Draje: Türkiye’de gördüğünüz ve sizi rahatsız eden bir şeyler var mı? Keşke böyle olmasaydı daha iyi olurdu diyebileceğiniz şeyler…

Brenna: Çevre sorunları beni çok ilgilendiriyor. Daha temiz bir dünya için ne yapabiliriz diye soruyorum kendime… Bence bizim için en büyük sorumluluk o. Hepimiz için çok önemli bir problem. Yoksa çocuklarımız için bir şey kalmayacak. Berbat bir dünya vereceğiz onlara. Ve elbette insan hakları da çok önemli. Bizler birbirimize değer vermiyorsak, dünyamıza değer vermiyorsak nereye gideceğiz? Yani biz insanlık olarak bunları aşmak zorundayız. Sadece Türkiye’den bahsetmiyorum.

Draje: Türkiye’ye dışardan gelen pek çok insanın korku ve tedirginlik yaşadığını biliyoruz.  Peki bir “yabancı” olarak Türkiye’ye gelirken hiç kaygı duydunuz mu?

Brenna: (Gülerek cevaplıyor) Hayır… Daha korkunç yerlerde bulunmuştum. 80’lerde New York gerçekten korkunçtu. Burada insanlarla arkadaş olduğunuz zaman herkes sizi kolluyor. Başka bir güvenlik var aslında burada.

Draje: Zaten “Türkü Bacı” diyorlar size. Biliyorsunuz değil mi?

Brenna:  Aslında bu Belkıs Akkale’nin lakabı. Ama ben Belkıs Akkale kadar büyük değilim.

Draje: Biraz da albümünüzden söz etmek istiyoruz. On beş yıldır türkülerle iç içesiniz ama Karşılama ve Ayde Mori’nin üstünden neredeyse on sene geçti. Neden bu kadar uzun sürdü?

Brenna: Olayların akışı… (Gülüyor) Kabaca maddi imkanlar diyeyim… Aslına bakarsanız ben biraz inançlıyım. Yani  dijital programlar ya da altyapı kullanmak istemedim. Doğal müzik ve doğal seslerle yapmak istediğim için biraz yavaş oldu.  Bir de Karşılama’yı on sene evvel yaptık, Ayde Mori’yi yapalı sekiz sene oluyor ama hala dinleniyorlar. Bu açıdan biraz da gurur duyuyorum elbette. Bir şey yaptığımız zaman devamı olsun istiyoruz. Onun için acele etmeyelim. Biraz düşünelim. Plastiği kağıdı boşa harcamayalım… Doğru iş yapalım…

Draje: Son zamanlarda Facebook’ta sizin videonuz çok paylaşılıyor. Şarkınız herkesin dilinde. Bu size ne hissettiriyor?

Brenna: Şok oldum. Hatta Toronto’daki arkadaşlarım da şok oldular. Çok sevindim. O bilinen bir türkü ama biraz eski. Artık çok söylenmiyor. Şimdi geliyorum. Bunun gibi bir yerde herkes eşlik ediyor. Daha tatlı bir şey olamaz benim için. 

Draje: Kanada’dan geldiniz Türkiye’de müzik yapıyorsunuz… İnsanların çok olağan şekilde yaşayabilecekleri bir macera değil bu.  Bizim için çok sihirli bir şey… Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Brenna: Evet sorunuzu anlıyorum. Hayat sihirli anlarla dolu zaten. Ben “niçin bu böyle?” diye sorgulamıyorum. Sanırım onu böyle kabulleniyorum. Bazen sizin sorduğunuza benzer şekilde soruyorlar. “Sen Kanada’dan geldin Türk müziğiyle Balkan müziğiyle ilgileniyorsun. Tuhaf değil mi yani?” Evet belki biraz tuhaftır ama düşününce başka ne yapabilirim ki bilemiyorum. Tesadüfler arka arkaya geliyor. Doğru kişi, doğru an, doğru yer… Doğru geliyor bana bu böyle.

Draje: Peki gelecek planlarınızda Türkiye’nin yeri nedir? Yeni bir albüm düşünüyor musunuz mesela?

Brenna: Albüm için en büyük zorluk on bir tane şarkı seçmek. Onlarca türküden hangisini seçeceğiz… Bir de bazı değerli arkadaşlarım benim için türküler topluyorlar: “Lütfen sen söyler misin?” diyerek. Bu da büyük bir sorumluluk benim için. Sadece seslendirmek değil, önce o türküyü içinizde yaşatmanız gerek. Ama kesinlikle yeni albümler yapmak istiyorum.

Draje: Son olarak okurlarımıza üç film ve üç kitap önermenizi istesek…

Brenna: En beğendiğimi seçmek hemen hemen imkansız… Film olarak “Night on Earth – Jim Jarmusch, Food, Inc- Robert Kenner, Fatih Akın’ın çok iyi bir anlatıcı, The Last Waltz –  Martin Scorsese… Kitaplar ise “Johnny Got his Gun – Dalton Trumbo, 1938’de yazılan ve daha sonra filme çekilen bu kitabın çok güçlü bir anti savaş kitabı olduğunu düşünüyorum. İkincisi  Up in the Old Hotel – Joseph Mitchell, The End of the Line – Charles Clover, The Bridge of the Golden Horn by Emine Sevgi Özdamar, Bastard of Istanbul by Elif Şafak, ve şu sıralar Stephan Pastis’den  Pearls Before Swine’ı okuyorum, gayet eğlenceli bir kitap…

Söyleşi: Beyrut YıldırımErdinç Yücel

Fotoğraflar: Alican ErkolBetül Kurtkaya

İllüstrasyon: Demet Özge Aykan

İllüstrasyon: Demet özge Aykan

3 yorum

Bir Cevap Yazın