YAZIN YAZI

Sabah beni aradı “Akşam dışarı çıkalım mı?” diye. Akşam için sabahları seven bir arkadaşımın olması güzeldi de bu sıcakta sivrisinek vızıltıları canımı yeteri kadar sıkmışken, uykumu alamamışken ben de cevap verecek hal de yoktu. “Hı hıı” dedim kapadım telefonu. Bu “hı hıı”nın decoderle çevrilmiş hali “evet” miydi acaba, öğlen kendime gelince şöyle bi durup düşündüm. Düşmüştüm bi de, ayağa kalkmak için çabalarken anladım. Ne rezilim, yatarken bile düşüş yaşayanlardanım..Yazlık pikeye bile sığamamışım hele yastıkla hiç anlaşamamışım. Bizimki yine aradı, telefonu meşgule verdim. Yerden konuşunca sesim boğuk çıkar endişesindeydim nasıl da düşünceliyim. Kendimi düşüşlerden kaldırdım, hazırlandım. Yerden kalkıp da kendime gelene kadar geçen süre tabi malum, onları yazıp da gereksiz yere kelime artığı yapmayayım. Simit ve gazete almak için dışarı çıktım hem hava da alırım dedim bi taşla iki kuş hesabı. Evdeki hesabı uyduramadık yine çarşıya, simit yerine poğaca, gazete yerine de dergi aldım bolca. Bolca döktüm yağı kızarmış tavaya, kendime hazırladım güzel bi kahvaltı sildim süpürdüm önümdekileri. Rejim mi? Haa! O mu? Yönetme, düzenleme biçimi, düzen ya da akarsu debisinin yıl boyunca gösterdiği değişikliklerin tümü. Sürekli bulmaca çözdükce sorular da aynı gelmeye başladı. Gözüm kapalı yapıyorum artık soruları. Gözüm açıkken çözemiyorum ki zaten neden sonuç ilişkisine bağlı kazık soruları. Hele içinde ilişki, ilişik, iliş, şşşş harfleri yan yana geliyorsa, hemen kaçıp uzaklaşmak gerek bünyeye zarar su kaybı yapar. Hatta şeker düşer, tansiyon yükselir aman aman ne gerek var. Meraklısı varsa eğer bir ara uğrasın anlatayım, sütten ağzım yandı yahuu! Keşke çocukluk alışkanlıklarıma eşşek kadar insan olunca da devam etmesem kahve var çay var. Ne diye süt içerim ki ben, ne gerek var. Öğlen aralarında da meyveli yoğurt yiyorum hâlâ hem de en derin dondurucuda saklanmışından.

Televizyonu açayım dedim kumandaya uzandım kanalları zapladım. Uzunca bir zamandır televizyonsuz hayat yaşayanlardanım. Evde baş köşede durur ama açan pek yoktur. Kendileri pek de gururludur. Açmamla kapamam bir oldu zaten. O bacımız bu abiyle alengirli işler peşindeymiş, eli eline değerken bi elektrik akımı yemiş o günden sonra kendine gelememişmiş… O adam aslında diğer hatuna yanıkmış ama evli evinde hesabı durumu varmış, aşkını tatil köylerinde gizli kapaklı yaşamaktaymış. İki dakka içinde beynime tüm bu gereksiz şeylerin gitmesi oksijensiz kalıp öleceğim anlamına mı geliyordu peki? Yani ben şimdi her an ölsem gitsem bunun suçlusunun pazar sabahları evimize zorla giren bu haberler olduğuna kim inanırdır ki? Bak ben bile inanmadım şimdi. Bunlar geçerken aklımdan telefonun çaldığını farkettim, aklımdaki gereksizliklerin ağırlığı biraz zorlasa da beni; koştum içeri. Açtım telefonu. “Hadi hazırlan, çık dışarı bekliyorum seni.” dedi bizimki… Saate baktım öğleni çoktan geçmişti, zaten öğlen güne uyanmıştım ya da uyanır gibi yapmıştım, bu sıcaklar insanda uyku denen kavramı uyur gezer hale sokmuştu gerçi. Tüm bu işleri yapayım edeyim derken saati akşam etmiştim.

Buluştuk en nihayetinde. Bizimki tutturdu “Hadi bugün o yere gidelim, güzel bi yer bulur, oturur muhabbet ederiz” diye. Muhabbet mi ederiz? “Sanki ilk kez yaptığımız bişi. Daha doğrusu uzun zamandır yapmadığımız bişi di mi bu muhabbet?” dedim ona. Msn ve telefon yalan işler, samimiyetsiz. “Samimi bi yerde samimi bi muhabbet özledim yahu” dedi, hak verdim. Hakkımı öyle her dakka bol keseden veren biri de değilimdir ama haklıydı. Sanallığın içinde sen al bunları der gibiydik birbirimize. Hatta herkes herkese.

Teklifini kabul ettim, tepemdeki güneşle göz göze geldim o kadar yerini seviyodu ki, akşam üstleri bile “Ben bi gidiyim artık” demiyodu, koltuğunu pek seven tipler gibi. Ve biz buna rağmen yürüdük, yürüdük, yürüdük. O meşhur sokağa geldik bi ton cafe var. Var da biz kendimize hangisini seçsek acaba? Önce birine girdik baktık şöyle bi merdivenlerden çıktık 2. kata göz attık, hatta dedik spor olsun bi de 3. kat yapalım. Ayağım kaydı düşüyorum sandım düşsem çok gülerdim, huyum kurusun düşmeyi pek severim. “3. kat da iyiymiş” dedik üstte bi yer daha vardı. Görevli çocuklardan biri eliyle işaret etti “mutfak” dedi. O salak dizinin etkisinde allahtan değildik. Bu geyik aklımıza gelse kesin gülerdik. O geyik gelmedi aklımıza ama 3. katın merdiveninden inerken halimize gülüp baya bi eğlendik ve çıktık ordan. Karşısında başka bi cafe vardı üst katına geçtik. Oturduk orayı da beğenmedik. “Burası da pek de iyi değilmiş çıksak mı?” dedik. Tüm rezilliklerimizle barışık halde çantaları elimize alıp iyi akşamlar diyerek oraya da veda ettik. Yalnız biz tüm bunları yaparken neden sürekli bi gülme harbi yaşıyorduk ona da bi anlam veremedik. Geçtik başka bi yere yine çıktık merdiven, bize mutfak diyen çocukla burun buruna geldik deja vu olsa gerek dedik. Şimdi de salon, oturma odası, yemek takımı vb. şeyler söylemesini bekledik, kendileri bu kez saftirik bi bakış atmakla yetindi. Bizse acayip eğlenip, insanların tuhaf bakışlarıyla dalga geçtik. Sonunda dışarda bi ton masa ve sandalyesi olan, kızgın güneşin sakin ışıklarını hafifçe üzerimize alan bi yer bulduk ilk boş masaya oturduk. Bi an aklımıza bişilerin gelip de ayaklarımızın harekete geçip bizi başka başka yerlere sürüklemesinden korktuk. Bi süre öyle sessizce durduk sonra baktık ki yorulmuşuz, çenelere yüklenme vakti gelmiş geçiyo bile. Daldık kanlı canlı sıcacık koyu bi muhabbete.

Esra bu yazıyı yazarken bi yandan da “bu sıcaklarda nerelere gitsem, hangi deniz beni bekler?” planları yapmaktaydı. Kararını verdi, güzel bi tatil onu bekliyor. Kendileri uçtu bu aralar yere inince haberdar edermiş herkesleri…

Yazı: Esra Erdem

İllüstrasyon: Erdinç Yücel

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın